Makale
İslam’ın İnsanlığa Vaadi…
DüÅŸünceler, sistemler, felsefeler ve dinler insanlığa bir vaatte bulunurlar. Her vaat muhakkak ki doÄŸruluk, ahlak, hakikat, güzellik, adalet ve özgürlüÄŸü içermektedir. Ä°nsanlığın hayrını istemeyen bir davet, davet olma özelliÄŸi kazanamaz zaten! Benzer ve ortak arzular taşıyan bu davetleri farklı kılan ise o davetin gerçekleÅŸtirilmesini saÄŸlayacak vasatın inÅŸası ve bunu besleyecek gücün varlığı ve meÅŸruiyetini saÄŸlayacak düÅŸünsel zeminidir. Yani davet, davetçi ve davetin dünya görüÅŸü bir tamlık oluÅŸturduÄŸu zaman farklılığını izhar eder.
Batı düÅŸüncesi insanlığı eÅŸitlik, özgürlük ve kardeÅŸliÄŸe davet etti ve bunun sözünü verdi. Ama Batı’nın oluÅŸturduÄŸu fikri akımlar bu ilkeleri temel ilke kabullendikleri halde insanlığa yıkım getirmekten baÅŸka bir iÅŸ yapmadılar. Görece verdikleri özgürlük kısıntılı ve sınırlı oldu. KardeÅŸlik ise zaten mümkün olmadı; geliÅŸmiÅŸ, geliÅŸmekte olan ve geri kalmış ayrımları kardeÅŸliÄŸe aykırı bir ÅŸekilde inÅŸa edildi. Sol, sosyalizm ve komünizm ise ütopyada kardeÅŸliÄŸi ortak paylaşım olarak ortaya koydu ama iktidara geldiÄŸi yerde halk adına halkın soyulmasını engelleyemedi. Tarihin göremeyeceÄŸi bir despotizmi inÅŸa etti. Kapitalizm, ilerleme dedi. Ama genel itibarı ile geriliÄŸi bir kader olarak dayattı. Liberalizm ise insanlığın felsefi olarak yıkımını saÄŸlayan bir vasatı inÅŸadan baÅŸka bir seçenek dahi bırakmadı. Çünkü mevcut bütün kültürleri asimile ederek yokluÄŸa karışmasına zemin hazırladı. Tarihin sonu tezlerini bu çerçeve içinde yorumlayabiliriz. Demek ki mesele salt davet etmek deÄŸil, bu davetin hangi ilkeler ve güvencelerle yapıldığıdır. Özellikle de ilkelere sahip çıkacak samimi müntesiplerin varlığı çok önemlidir.
Ä°lahi dinlerin de aynı özelliÄŸe sahip olduklarını söyleyebiliriz. Her büyük dinde, peygamberinin vefatı ile birlikte bir yozlaÅŸma ve çürümenin baÅŸladığını ve yeni bir peygamberin gönderiliÅŸine kadar bu sürecin ara ara azalsa da devam ettiÄŸini gözlemleyebiliriz. Fakat bir istisna olarak son din; ed-Din olan Ä°slam’ı bundan istisna tutabiliriz. Çünkü Ä°slam aynı zamanda bütün ilahi dinlerin ortak ismi olarak betimlenir. Elhak doÄŸrudur da…
Ä°slam’ı diÄŸer din, düÅŸünce ve felsefi akımlardan ayırt edici özellikler nelerdir ki onu farklı kılıyor ve davet ettiÄŸi ÅŸeyi bir mükellefiyet olarak tanımlıyor? Ä°ki temel özellik bunu izhar eder: Sahih kaynak; vahiy; Kur’an ve Sünnet ile tarihsel süreklileÅŸmiÅŸ uygulama; Ä°çtihat ve Ä°cma… Ä°lahi dinleri diÄŸer düÅŸünce ve felsefi akımlardan ayırt eden özellik ise ahiret olgusu ve bunun güvencesi olan ilahi adalettir. Ä°slam, “dünya ve ahiret hayatı” ÅŸeklinde hayatın tamlığına bir vurgu yaparak insanlığa en büyük güvenceyi vermektedir. Hayatın kendisi zaten bu güvencenin algılanabilmesinde en büyük beyyinedir.
Ä°slam’da vaadin güvencesi âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Bu dünyadaki adaletin tam tecelli edemeyiÅŸi ahiret hayatı ile dengelenerek adil bir Allah’ın varlığı ile adaleti güvence eder. KiÅŸinin yapıp ettiklerinin karşılığını mutlaka alacağına yönelik güveni temellendirir. Ama bu güveni hiçbir ilahi olmayan düÅŸünce ve felsefe veremez. Hadi ahiretteki eÅŸitlik adalet ve özgürlük arayışını bir tarafa bırakalım, bu dünyada da bu ilkelerin eÅŸit bir ÅŸekilde uygulandığını gözlemleyemiyoruz…
Batı kültürel doku olarak kiÅŸiye birey olma imkânı verdiÄŸini; ÅŸahsiyet kazandırarak onun özgürlük alanını geniÅŸlettiÄŸini söylemekte ve ona din, iktidar ve olaÄŸanüstü güçler karşısında hürriyetini vermekte olduÄŸu savını dillendirmektedir. Batı bu vaadini gerçekten yerine getirebilmekte midir? Hayır! Bunu çok kısmi bir ÅŸekilde bile yerine getirmekten acizdir… Çok azınlıkta olan ve zenginleÅŸmiÅŸ birkaç aile dışında bu vaat boÅŸ bir vaat olmaktan öte bir anlam taşımıyor. O yüzden Batı içinde yeni arayışlar yükselmektedir. Ama Batılı olmanın bizzat kendisinden kaynaklanan bir hastalık yüzünden bu vaat bir türlü karşılık bulamıyor. Ä°ÅŸte tam olarak Ä°slam bu Batılı argümanlara sahip kavram üzerine neler söyler ve gerçek anlamda bir ÅŸahsiyetin varlığını tazammun etmekte midir? Bu soru bize aynı zamanda Batı ile Ä°slam arasındaki temel ayrım noktalarını da gösterecektir.
Batı’nın özgürlük, eÅŸitlik ve kardeÅŸlik ilkelerini birey kavramı üzerinden tanımlayarak Ä°slam dininin bu ilkelerle bağını ve daha sahici bir ÅŸekilde bu ilkelere davet ettiÄŸini temellendirelim: Anlam arayışı ve bunun uygulaması, iliÅŸkilerin mantığını oluÅŸturan temel yaklaşım ve bunu besleyen ilkeler düÅŸünüldüÄŸünde Ä°slam, daha ilk adımda zayıfı, eksiÄŸi ve mahrumu korumayı, paylaşımı öne alır. Daha ileri bir adımda iman ile vermeyi; yani paylaÅŸmayı eÅŸitlemiÅŸ ve buna uygun davranmanın kolaylaÅŸtırıcı bir unsur olduÄŸu gözler önüne serilmiÅŸtir.[1] Namaz emrinden daha fazla infak emrinin bulunması da bu meselenin Ä°slam söz konusu olduÄŸunda ne kadar ehemmiyet arz ettiÄŸini göstermektedir. Ayrıca hem peygamberin ÅŸahsi hayatında hem de sahabenin yaÅŸamında vermenin ve paylaÅŸmanın binlerle ifade edilecek öykülere konu olduÄŸunu bilmekteyiz.
PaylaÅŸmanın kardeÅŸliÄŸin temeli olduÄŸu görüÅŸü yadsınamaz! Ayrıca Müslümanlar ilkelerini yaÅŸayacağı bir toprak parçasına yerleÅŸtikleri andan itibaren Medine’de birbirleri ile kardeÅŸ ilan edilmiÅŸlerdir. Bunu vurgulayan onlarca söz aktarılmaktadır. Nebevi sözün en kutluları bu konuyu iÅŸaret etmektedir. Kuran ise bütün müminleri kardeÅŸ ilan ederek meselenin ehemmiyetini vurgular. Ve hala Müslümanlar, bir vücudun uzvu hükmünde oldukları ÅŸuuru ile hiç tanımadıkları ve belki de hayatlarında hiç görme imkânlarının olmayacağı Müslümanlara yardım elini uzatmaktan geri durmamaktadırlar, onlar için gözyaşı dökebilmektedirler.
EÅŸitlik meselesi ise hayatın bütün katmanlarında kendisine yer bulmuÅŸ bir temel ilkedir. Hukuk karşısında eÅŸitlik, ibadetler karşısında eÅŸitlik, bilgi karşısında eÅŸitlik, seçme ve seçilme karşısında eÅŸitlik, yükselme karşısında eÅŸitlik saÄŸlayan; klan, sınıf ve aile farkının kabul edilmediÄŸi ve bunun uygulamada da görüldüÄŸü yegâne sosyolojik zemini inÅŸa eden Müslümanlığın kendisidir. Elbette ki yer yer bazı yanlışlıklar yapılmış olabilir. Ama bu durum hiçbir zaman baÅŸatlık ve ilke düzeyine çıkmayı baÅŸaramamıştır. Çünkü dinin bizzat temeli bu ilkeyi öncelemiÅŸtir. Öyle ki bir metafizik ilke olarak eÅŸitlik yaratılmışlığın bizzat kendisinde mündemiçtir. Yani yaratılan her varlık yaratılmışlık üzerinden eÅŸitlenmiÅŸtir zaten! Ä°nsanı insan olmaklığın dışından baÅŸka bir seçime zorlamak dinin tabiatına yönelik bir tahribat olarak kabul edilmiÅŸtir. Ahlaki düzeydeki hiyerarÅŸi ontolojik zeminde kabul edilmemiÅŸ ve kardeÅŸliÄŸin özünü deÄŸiÅŸime uÄŸratmamıştır. Ayrıca her yola çıkan kiÅŸi gerekli çabayı gösterirse hedefine ulaÅŸacak düzeye kavuÅŸma zeminini muhafaza eder. Sufi düÅŸüncesi bu durumu çok güzel bir ÅŸekilde izah etmektedir. Yani Ä°slam düÅŸüncesinin herhangi bir akımında da bu eÅŸitliÄŸi bozacak bir durum söz konusu edilemez.
Hazreti Ömer’e atfen söylenen “Anaların hür doÄŸurduÄŸu bir kiÅŸiyi sen nasıl köleleÅŸtirebilirsin?” sözü bize insanlığın eÅŸitliÄŸinin ontolojik temelini göstermektedir. Gerisi kiÅŸinin kendi çabası, gayreti ve özelliklerinin kullanımına baÄŸlıdır. O yüzden renk, dil, ırk, sınıf ayrımı ve bunun siyasi, sosyolojik zemini reddedilmiÅŸtir. Buna yönelik uygulamalar da yine Müslümanların çoÄŸunluÄŸu tarafından reddedilmiÅŸtir. Yani salt bir ilke olarak varlık kazanmış deÄŸil, tüm zamanlarda uygulana gelmiÅŸ ve varlık sahasını belirlemiÅŸ ilkedir.
Özgürlük meselesi ise hangi açıdan yaklaÅŸtığınızla iliÅŸkili deÄŸerlendirilmeye açık bir konu olarak öne çıkmaktadır. Batı’nın özgürlük bağırtısı bir “yüksek volüm” olmaktan öteye geçememektedir. Tam da bu noktada özgürlük alanını bir tanıma kavuÅŸturmak elzemdir.
Özgürlük; kiÅŸinin elde ettiÄŸi hazzın kullanımı ile mi sınırlı olmalıdır? Bu hazzı salt kendisi yaÅŸadığı için mi önemlidir? Bunun özgürlükle ne kadar iliÅŸkili olduÄŸunu tartışmalı deÄŸil miyiz? EÄŸer özgürlük salt kendi nefsi arzularını tatmine yönelik bir yaklaşım olarak öne çıkacaksa ki Batı bunu böyle algılıyor; yeme, içme, harcama ve sahip olma üzerinden özgürlüÄŸü tanımlıyor, o zaman insanlığın büyük çoÄŸunluÄŸu bu anlamda özgür olamıyor. Çünkü maddi somut bir dünya üzerinden tanımlanan özgürlüÄŸe herkes sahip olamıyor. Yani parası olmayanın hayat hakkı kalmıyor. Ya da dilediÄŸi ÅŸeyi yapabilmesi için önce sahip olması gerekiyor. Ä°ÅŸte bu sahiplik duygusu aslında hem kardeÅŸliÄŸi, hem eÅŸitliÄŸi hem de özgürlüÄŸü ortadan kaldırdığı gibi, çatışmanın ve ayrışmanın temelini oluÅŸturmaktadır. Bu noktada sahip olma duygusu Batı’da bizzat kiÅŸinin kendisine hamledilirken dilediÄŸi ÅŸekilde davranmayı da peÅŸinen içinde taşımaktadır. Ama Ä°slam söz konusu olduÄŸunda bu sahiplik duygusu yerini bir vekâlete bırakmakta ve böylece baÅŸkasına ait olan bir durum üzerinden çatışmanın ve ayrışmanın gereÄŸi kalmamaktadır. Çünkü Ä°slam söz konusu olduÄŸunda mülkün sahibi mutlak anlamda âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Dolayısı ile insan kendisi de Allah’ın mülkünde yer alıyorsa, onun sahip olduÄŸu da evvel emirde Allah’a aittir.
O zaman maddi ve somut bir durum üzerinden ayrışmaya ya da kavga etmeye gerek olmayacaktır. Buna yeltenenler de ayrıca kınanmayı peÅŸinen kabullenmektedirler. Dolayısı ile özgürlüÄŸü bu çerçeve içinde yeniden tanımlamaya çalıştığımızda artık özgürlük sahip olma duygusu deÄŸil, kendisine lütfedilmiÅŸ özellikleri gereÄŸi gibi kullanma çabası olarak betimlenir. ÖzgürlüÄŸü tam da bu sahip olma duygusunun oluÅŸturduÄŸu zemine yönelik bir kurtuluÅŸ olarak tanımlamak elzem hale gelir. Yani özgürlük tam da mal, mülk, zevk ve benzeri duyguları yerli yerinde kullanma adına onlara bağımlılıktan kurtulmaya dönüÅŸmektedir ve ahlaki ilkelere ne kadar baÄŸlılık gösterebilirse insan, özgürlüÄŸünü de o kadar elde edecektir. Yani özgürlük karakter sahibi kiÅŸi olmak ve bu karakterini gerçekleÅŸtirecek zemini inÅŸa edecek kulluÄŸu gereÄŸi gibi yerine getirme çabasına sahip olmakta yatmaktadır.
Özgürlük ve ÅŸahsiyet arasındaki iliÅŸkiyi derinden kavramak bize özgürlüÄŸün aslında ÅŸahsiyeti oluÅŸturan fıtrat üzere olmayı baÅŸarabilme ve fıtratının gereÄŸi olan ÅŸeyleri yapacak gücü, istidadı, iradeyi ve arzuyu göstermekte bulunduÄŸunu anlamaktır. Ä°nsan özgür yaratılmıştır. Çünkü insan sorumlu olmayı ve eylemlerinin karşılığını üstleneceÄŸini peÅŸinen kabullenmiÅŸtir. Ä°lahi sözleÅŸme olarak kabul edilen olgunun bu çerçeve içinde anlaşılması bize dinin özünün özgürlük olduÄŸunu ve bu ilke üzerinden Müslümanlık tanımının yapılması gerektiÄŸini ilzam eder. Ama hem özgürlük hem eÅŸitlik hem de kardeÅŸlik kavramları yeni bir konseptte anlama kavuÅŸmaktadır. Ä°slam bu kavramları kendi epistemolojik yapısı içinde yeniden tanımlamakta ve Müslüman kiÅŸi bu yeni konumu hesaba katmak zorundadır. Bu kavramlar hiçbir ÅŸekilde Batılı tandansı içinde bir tanıma kavuÅŸturulamaz! Öyle olduÄŸunda da bunun Ä°slam ile bağı kalmamaktadır.
Bu ilkelerin dışında Ä°slam daha temel bir ilkeyi öne çıkarmaktadır. Varlığa katılma ve varoluÅŸu biçimlendirme gücü; özgürlük, eÅŸitlik ve kardeÅŸlik bu yeni durum üzerinden yepyeni bir anlama kavuÅŸmaktadır. Yaratılışın temeli olarak kabul edilen ve her an bir oluÅŸ üzere olan; yani sürekli bir yaratma faaliyetinde bulunan Allah insana en büyük imkânı bahÅŸetmiÅŸtir. Özgürlük tam da bu bahÅŸedilmiÅŸ metafizik ilke üzerine kurulmalıdır. Her an yeniden baÅŸlama imkânının kendisinden daha büyük bir özgürlük alanı oluÅŸturulabilir mi? Ä°nsan hata eder ve hemen dönüÅŸ yaparak hatasını tamir edeceÄŸi gibi hiç olmamış bir hale de dönüÅŸtürebilir. Yaratıcı insanı öyle bir imkânla donatmıştır ki ona irade, güç, arzu ve bunu eyleme dönüÅŸtürecek akıl hassasını vererek büyük bir lütufta bulunmuÅŸtur. Yani mikro düzeyde siyasi, sosyal ve toplumsal olayları sil baÅŸtan yeniden düzenleme imkânı ve istidadı kazanan insan yaptıklarının bedelini ödemeyi de peÅŸinen kabullenmiÅŸtir.
Batı bu imkânı negatif düzeyde inÅŸa etmekte ve yıkıcı bir psikoloji oluÅŸturmaktadır. Yani Batılı insan Tanrıyı negatif (tekebbür/istiÄŸna)düzeyde taklit etmekte ve bu taklidi bir adım öteye taşıyarak o baÄŸlama oturma arzusunu gerçekleÅŸtirmekten imtina etmemektedir. Hâlbuki Ä°slam “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın” ilkesi gereÄŸi mü’mini, Tanrı’yı pozitif anlamda taklide yöneltmektedir. Ve buradan adalet ve hakkaniyet ilkelerine yönelmektedir. Böylece gerçek anlamda adaletin tecelli edilebilmesi için mutlak iyilik olan Allah’ı iyilik; yani iyimserlik üzerinden taklit ettiÄŸinizde adil olma ve hakkı hak edene verme ilkelerine baÄŸlılığınız aynı zamanda karakteristik yapınızın gereÄŸi olur. Bu aynı zamanda ÅŸahsiyetin oluÅŸumu ve bu ÅŸahsiyet üzerine bina edilecek bir ahlaki yapının gücünü ortaya koyar.
Adaleti ikame ederken yapılabilecek bir zulmü ortadan kaldıracak bir vasatın varlığı aÅŸikâr olur. Böylece birey kavramının Ä°slam açısından anlam alanını da ortaya koymuÅŸ oluruz. Çünkü birey Batılı anlamda tam bir bencillik felsefesi üzerine kuruludur. Yaklaşım biçimi de bunu somutlamaktadır. Ama Ä°slam kiÅŸinin her alanda sorumluluk alması ve bu sorumluluÄŸu gereÄŸi davranmasını beklemesi aynı zamanda hem mütevazı bir kiÅŸiliÄŸi hem de karşılıksızlık üzerine anlamı, algıyı ve yaÅŸamı inÅŸa etmesi bireyin üzerine bina edileceÄŸi düÅŸünceyi ve bu düÅŸünce üzerinden oluÅŸturulacak zemini izhar eder. Böylece kiÅŸi, bir baÅŸka seçenekten çok kendi ihtiyarı ile davranarak varlık sahasına çıkacak ve ahlaki yapısını da bu alan üzerine kurarak kendi sorumluluÄŸunu üstleneceÄŸi için kendi davranış ve düÅŸünüÅŸünün sahici sahibi, yani tam anlamıyla özgür bir birey olacak ve ÅŸahsiyetini bu konum üzerine bina edecektir. Ä°ÅŸte tam özgürlüÄŸün tam ÅŸahsiyet üzerine temelleneceÄŸi zemin budur…
Son olarak hakikat algısı baÄŸlamında Ä°slam çok önemli bir çaÄŸrı yapmaktadır. Mü’min hakikat arayıcısıdır. Batı’daki birey gibi hakikatin sahibi iddiasında deÄŸildir. O yüzden Batılı birey aslında kapalı bir sistemin temsilcisidir. Ä°slam mü’mini ise açık bir sisteme sahiptir. Niye? Çünkü mü’min hakikatin sahibi deÄŸil arayıcısı konumundadır. Bu yüzden hakikati nerede bulursa alacaktır. Bunun en temel koÅŸulu ise hakikate açık olabilmektir. O yüzden her sözü dinleyecek ve sözü olana yönelecektir ki hakikate olan arzusu gerçekleÅŸsin. Arayan yetinmez, bulan ise yetineceÄŸi için arayışı son bulur…
Bunun için Batı, göreceliliÄŸi post modern durum üzerinden mutlaklaÅŸtırır. Bu hakikatin parçalanmasını beraberinde getirir ve nihilizme; yani anlamsızlığa kapı aralar ki Batı’nın bugünkü hali pürmelâli budur. Müslüman ise göreceliliÄŸi bilinemezlik(gayb) üzere kurar; “ben bilmiyorum ama bu bilinmeyecek anlamına gelmez” der. Zaten vahiy bu bilinemez olanı açıklamak içindir. Ä°lham aynı ÅŸekilde ilahi bilgi ile mü’min arasındaki iliÅŸkinin niteliÄŸini belirler. Demek ki mü’min mütevekkil olduÄŸunda nihilizme de düÅŸmez, anlamsızlık girdabına da duçar olmaz.
Son söz olarak ise Müslümanların, meselelerini derinden tartışarak, kavrayarak vücut bulma derdi zayıfladığı için güçlü bir söylem inÅŸa edilemiyor. Batı’nın Ä°slam’ın temel deÄŸerlerinden devÅŸirilmiÅŸ ilkeleri bugün Müslümanları da cidden etkilemektedir. Hâlbuki insanlığın karşı karşıya kaldığı yıkım, karmaÅŸa ve anlamsızlık Batılı deÄŸerlerin bizzat kendisinden neÅŸet etmektedir. Müslümanlar kendi ilkelerini yeniden deÄŸerlendirmeli ve çağın diline tercüme etmelidir. Bu yorumun Müslüman olmanın neye tekabül ettiÄŸini daha açık bir ÅŸekilde ifade etmeye vesile olması dileÄŸimiz olsun…
Henüz yorum yapılmamış.